ÇÖL, PUSULA, MERAK

Pinned Image 

Bu üç anahtar kelimeydi dün geceki ODTÜ Mezunları Derneği Edebiyat Kulübü'nün sezon kapanış yemeğindeki 'workshop'ımızın içeriği... Edebiyat Kulübü'nün moderatörü ve benim 'yaşam koçum' olan Şule Şahin, daha önceki yazın atölyelerinde yaptığı bir çalışmayı uygulamıştı bize tatlı öncesi mola olarak... Benzerini Özgür Aksuna ile Hazır Cevaplılık dersinde de uygulamıştık, o yüzden konuya çok yabancılık çekmedim... 

Pinned ImageÇalışmadaki kural, bu üç kelimeden oluşan bir cümle grubunun akabinde herkesin kendi üçer yeni kelimesiyle hikayeyi genişletmesi idi. Fakat daha sonrasında olay daha ziyade insanlara 'çöl', 'pusula' ve 'merak' kelimelerinin yaptırdığı çağrışımlar ile gelişti.. Ama nedense kelimeler mütemadiyen 'yalnızlık, susuzluk, çaresizlik..' şeklinde giden bir pesimist bakış açısı içinde gelişti... Aslında kulübün her bir bireyi müthiş bilgi birikimine sahip, kelimeleri inanılmaz etkileyici bir şekilde biraraya getiren ve beni her seferinde büyüleyen karakterde... O kadar ki, katıldığım hiç bir toplantıda yorum yapma cesaretini kendimde göremedim. Hep öğrenilecek ders niteliğinde dinledim anlatılanları daha ziyade.. 

Belki de bu yüzdendi aslında bir çölün çağrıştırdığı kelimelerin hüznü, çaresizliği, yalnızlığı... Fazla şey bilmek insanı çaresizliğe ve mutsuzluğa sürüklermiş malum... Toz pembelikten çıkarıyor insanı bir yerden sonra belki de feleğin çemberi... Hem Ankara'da yaşıyor olmamızın da pesimist düşüncelerin destekçisi olabileceğine karar verdim daha sonra... Benim kelimelerim 'blog', 'enerji' ve 'su' idi aslında.. Suyu elde etme arzusunu tercih ettim susuzluğun yarattığı çaresizlik hissine, enerji ürettim macera içinde çaresizliğin aksine ve hepsini aktarabileceğim beni hayata en çok bağlayan 'blog'du hepsinin içeriğinde...

Ne var ki, beni de etkiledi bu şehir az biraz en nihayetinde... "Haklıyız ama nasıl etkilenmeyelim ki?!" dedim sonra yine. Hepimiz birer paratoner gibiyiz şehirde.. Havadaki tüm negatif enerjiyi itinayla çeken paratonerleriz neticesinde.. Ne suya akıtabileceğimiz bir denizi var, ne ayaklarımızla aktaracağımız bir kumsalı var, ne de D vitamini ve endorfin depolayarak nötrize edeceğimiz bir güneşi var şehrin... Biz n'apalım? Bu şehrin en büyük yan etkisi de bıraktığı pesimist ruh olsa gerek...

Belki de o yüzden insanları da böyle diye düşündüm... Üstelik onlar en nitelikli, hayattaki gayelerinin bilincinde ve muhtemelen çoktan zaferinde olan Ankaralı'lardan.. Ankaralı dediğim, hani havasını, suyunu artık benimsemiş olanlardan... Onlar bilinçli pesimistlik içinde, çözüm üretme gayesinde.. Peki ya yönetmeyi bilmeyen, tek amacı diğerine çamur atmak olan, ilerdekinin ayağını kaydırmanın onun önüne geçebilmek için tek çare olduğunu düşünen Ankaralı'lara ne demeli?

Peki ya onlarla aynı ortamda bulunursak acil çıkış kapısı neresi? Neresi bu şehrin elektrik alan denizi, kumu, güneşi? Mutlu olmak Ankaralı'ların da hakkı değil mi yani?!.



2 yorum: Leave Your Comments

  1. O toplantıda bir arkadaşım beni yoldan çıkartmasaydı:)) benim kelimelerim, tekdüzelik-yön-koşmak olacaktı. Çöl bana tekdüze bir yaşamı çağrıştırmıştı. Bu tekdüze hayattan kurtulmak için insan kendine bir çıkış yönü arıyor bazen, meraklarımızın peşinden koşmak belki bizi bu tekdüzelikten kurtarır. İnsanlar iş hayatına sıkışıp kalıyorlar, üstelik yaptıkları işten biraz zevk almıyorsa bu onları paratoner yapıyor olabilir. İnsanların kendilerine farklı pencereler açmaya ihtiyaçları var bence. Bu pencerelerden gelen güzel şeyler bizi sıkıştığımız düşünce yumağından çıkartıp farklı açılara yönlendirecektir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel söylemişsiniz Ümit Hocam.. Sizin o farklı pencerelerinizin olduğunu düşünüyorum ben. Sizden annemde de gördüğüm 'relax' ve 'optimist' bir hayat enerjisi alıyorum. O yüzden de sizi orada yoldan çıkartmam şarttı, pişman değilim! =))

      Sil

More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı