Makedonya'da Bir Safranbolu: Ohrid!

Ohrid'e gittiğimizde hava açısından bir tedirginlik hakimdi hepimize.. Topu topu 48 saati tamamlayacak kadar bile vaktimiz yoktu, o yüzden iyi değerlendirmemiz gerekti.. Vardığımız günün bulutlu oluşunu kabullenerek ve yağmuru göze alarak göl turuna ilk günden çıkmayı düşündüysek de enerjimiz bitmişti gündüz Yunanistan, ardından Makedonya'nın Bitola şehri ile..

O yüzden Ohrid'in merkezden göle inen yayalaştırılmış, kaldırım taşı döşenmiş ticari aksına kendimizi bırakmayı tercih ettik. Hafif puslu ve kararmak üzere olan havanın birleşmesi, aslında yorgunluğumuzu mayıştırıcı nitelikte olmuştu.. O yüzden, bizim için yine keyif; keyifti..



Gölün olduğu meydana vardıktan sonra, sağ tarafından devam eden yolu takip ettiğimizde karşımıza çıkan barlar sokağını boş gördüğümde içim hafif burkularak hemen 'yapılacaklar listemi' güncelledim: 
'Yazın eğlence için tekrar gelinecek!'


Dar sokakları devam ederken yanından ve hatta altından geçtiğiniz beyaz badanalı ve ahşap çerçeveli evleri görüyorsunuz.. 'Sanırım Safranbolu da böyle bir yer' düşüncesi genel yargımız oluyor akabinde.. 



Sedefin popüler olduğu Makedonya'da, birkaç takı tezgahı buluyoruz yol üzerinde.. Bir sergiye Kızılderili görünümündeki  satıcılarına aldırmadan arkadaşımın ısrarı sonucu yanaştıktan sonra çekimserliğim tamamen dostane düşüncelere kayıyor ve ilk Makedon arkadaşlarıma sahip oluyorum.. Sırf bu yüzden takı arşivimi de genişletmiş olduğum doğrudur.!

Akşam için gölün hemen kıyısında dizilmiş sıcak restoranlardan birine kuruluyoruz.. Güveçte eti, Makedonya'nın yerel şarapları eşliğinde tadıyoruz. Makedon müziği çalacağına inandığımız küçük fasıl ekibinin daha ilk şarkısının 'Eski Dostlar' çıkmasını ise yadırgamaktan vazgeçerek eşlik ediyoruz, zira malumunuz: 'her yerdeyiz!'

Kısa videosunu embed edemedim, linke buradan ulaşabilirsiniz.

Boğma rakısının da renginin sarı, tadının viski benzeri olmasından ötürü 'bunun neresinde rakı?' anlamlı sorusunu da ekledikten sonra Struga'daki otelimize geçiyoruz...


Yine bir 'yazın gelmeliydim!' iç çekişi belirmesiyle nehir kıyısı otelimizde güne uyanıyoruz.. Çeşme'nin sokaklarını andıran, yazlık bir havası, sokak üzerine atılmış masa sandalyelerin olduğu kafelere sahip bir aksın hemen başındayız zira.. Sabah kahvaltı için nehre nazır terasa çıktığımızda bizi karşılayan güneş ile burayı bir anda daha çok sevmeye başlıyoruz!

Ohrid'in merkezine indikten sonra gölün denize benzerliği daha da belirginleşmiş halde buluyoruz masmavi rengi, güneşi yansıtan iyot parçacıkları varmışçasına ışıldayan yüzeyi ile..

Uzman turist rehberimiz Ayşecan eşliğinde, tüm göle nazır konumlanmış kilise ve diğer yapıların hikayelerini dinliyoruz seyir halinde... "Deniz için gittiğimiz Yunanistan'dan daha çok buradan mı verim almış oldum yaza dair?" diye de düşünmeden edemiyorum.. Zira, Marmaris'te bir yat turunda olduğum galeyanları yaşamadım değil yer yer... =)


Karaya indikten sonra hepimizin modu çoktan değişmiş, enerjisi yükselmiş ve grupla kaynaşmış halde buluyoruz kendimizi...


Yarım saat sonra merkezde buluşmak üzere gruptan ayrılıyoruz.. Yapacak birkaç küçük işimizi hallettikten sonra geri dönmemiz gereken yer için tekrar buluşuyoruz.. Sırada Yunanistan - Kavala vardı keza...


Makedonya Sırları / Bölüm - 1 için tıklayabilirsiniz.

0 comments:

Yorum Gönder

More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı